Türkiye, tarihinin (tüm Dünya ile birlikte) en zor günlerini yaşamaktadır. Her gün binlerce kardeşimiz hastalanmakta, çok sayıda kardeşimizde vefat etmektedir. Ekonomimiz tam anlamı ile çökmüştür. İşsiz kalanların, ekmek teknesini kapatanların sayısı zirve yapmıştır. Topluma tam anlamı ile panik havası hakim olmuştur. Alınan tedbirler yetersiz kalmaktadır. (Ms. Şu satırları yazdığım sırada maske konusuna hala bir çözüm bulunamamıştır.) İktidar; hala ve ısrarla, belediyeleri devre dışı bırakma peşindedir. Tam bir inatlaşma içindedir.

1- İşte tam bu büyük sıkıntıları yaşarken iktidar her işi bırakmış ve tüm mesaisini Af Kanunu için sarf etmiştir. Neticede de, ortaya vicdanları kanatan, hukuk normlarına uymayan bir ucube konmuştur. Toplumun içine (Corona virüsünden çok daha tehlikeli) 90 bin nükleer bomba salınmıştır. Katiller, hırsızlar, gaspçılar, rüşvetçiler, kadın satıcıları, yolsuzluk yapanlar, Soma’daki maden faciasının/ Çoruh’taki tren faciasının/ öğrenci yurtlarında kaybettiğimiz evlatlarımızın sorumluları, mafya mensupları serbest bırakılmıştır. Namuslu vatandaşlarımız büyük bir tehlikenin içine atılmıştır.

a) Peki ama bir süre önce, Cumhurbaşkanı, “Devletin, şahıslara karşı işlenen suçları af etmeye hakkı olmadığını” söylememiş miydi? Bu ne keskin bir dönüştür?

b) Herhalde Devlet Bahçeli çok mutludur. Amacına ulaşmıştır. Zaten bu affın adı tarihe, “Bahçeli Affı” olarak geçecektir.

c) 1974 yılında MSP-CHP koalisyonunun çıkardığı af, terörü azdırmış, 12 Eylül’e sebebiyet vermiştir. Daha sonra “Rahşan Affı”nı yaşadık ve toplumun dengesinin bozulduğunu, suçların arttığını gördük. Şimdi de bu affın ne tür zararlar vereceğini göreceğiz. (İnşallah yanılırız.)

d) Yangından mal kaçırır gibi acele ile çıkarılan bu Af Kanunu, nedense aynı merhameti gazetecilere göstermemiştir. Aksine tüm hukuk prensiplerine aykırı olarak ayrımcılık yapılmıştır. (Bu gazetecilerin birçok fikrini karşıyım ama inancım, haksızlıklara karşı çıkmamı emretmektedir.)

2- Halbuki bu afet, ibret almamızı, özeleştiri yapmamızı, hatalarımızı düzeltmemizi, daha hoşgörülü olmamızı ve hırslarımızdan kurtulmamızı gerektirmektedir. Milimetrenin iki binde birinden daha küçük bir virüs, nasıl da tüm Dünyayı perişan etmektedir. Zenginlikler, servetler, makamlar hiçbir anlam ifade etmemektedir. Ne kadar aciz, güçsüz, zavallı durumdayız. Niçin gururlanabiliyor acizliğimizi itiraf etmiyoruz? Ve niçin AKP iktidarı hala hiçbir tenkide ve tavsiyeye tahammül etmiyor, iş birliğine tenezzül buyurmuyor? Gurur, kibir, enaniyet çemberini kıramıyor? Övgülerin, dalkavukların değil; doğruları dile getirenlerin önemli olduğunu kabul etmiyor? Niçin bu baskıcı/yasakçı/ayrımcı/devamlı suçlayıcı/tehditkar/kavgacı/hakaretlerle dolu üslup terk edilmiyor? Niçin gerçek demokrasiye/fikir, ifade, inanç ve teşebbüs hürriyetlerine/adil bir hukuk düzenine/her görevde liyakate/açıklık ve şeffaflığa/kaliteli eğitime önem verilmiyor? Niçin lüks, israf, saltanat, rüşvet, yolsuzluk, kayırma ile gerekli mücadele verilmiyor? Niçin devamlı olarak aldatılmanın sebepleri araştırılmıyor? Niçin istişareye hiç önem verilmiyor? Niçin dinimizin, milli ve manevi değerlerimizin dejenere edilmesinin önü kapatılmıyor? Niçin Türklük şuuruna karşı cephe alınıyor? Niçin farklı düşünen değerli kişiler kıyıma uğruyor, sadece yandaşlık faktörüne önem veriliyor?

a) Bugün varız; yarın ne olacağımız meçhul. Ölüm her an kapımızda. Tek sığınağımız Yüce Rabbimiz(c.c.) başka hiçbir şeyin önemi ve yararı yok. Öbür tarafa götürecek hiçbir şey olmuyor. Aldığın hayır duaların, yaptığın iyiliklerin dışında.

b) Şimdi, kavganın ve suçlamanın, kalpleri kırmanın değil/kazanmanın, sevginin, saygının, işbirliğinin, hoşgörünün, yardımlaşmanın zamanıdır. (Bizi bu afet de birleştirmezse ne birleştirebilir?)

Ne diyor şarkı? Yalan dünya / Her şey bomboş…

Not: Çok vahim bir hata yaparak, belediyelerin önünü kesmek isteyen, her türlü engeli/tehdidi ve baskıyı uygulayan Merkezi Hükümete rağmen canla başla çalışan, çok güzel icraatlar sergileyen (başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere) tüm belediye başkanlarını gönülden kutluyorum. Yüce Rabbim(c.c.) yardımcıları olsun. Bu arada böylesine yoğunluk içinde bizzat arayarak “bir ihtiyacımızın olup olmadığını soran” Sn. Tunç Soyer’e de çok teşekkür ediyorum. Ayrıca halen üyelerine yardım için elini cebine atmayan, sendikaları ve meslek odalarını kınıyorum.