İlk Ses Gazetesi’nden Kemal Özkurt’un Özel Haberine göre; Türkiye’de şiddet olayları gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Ekonomik kriz, siyasette kullanılan kutuplaştırıcı dil, adalet kurumuna güvenin azalması ve düzensiz göçler toplumsal şiddeti körükleyen nedenler arasında gösteriliyor. Yoksulluk, işsizlik ve gelir eşitsizliği gibi sorunlar, toplumda huzursuzluğa ve gerilime yol açmakla birlikte yargıya olan güvenin azalması, sık sık çıkan af niteliğindeki infaz kanunlarıyla suçların cezasız kaldığı algısı da şiddete meyilli bireyleri cesaretlendiriyor. Bunun yanı sıra ruhsatsız silaha kolay ulaşılabilmesi ve artan bireysel silahlanma oranları, şiddet olaylarını artırıyor. Artan şiddet olaylarının arkasında yatan sebeplerin birden fazla olduğunu ve daha fazla geç kalınmadan ivedilikle çözüm politikalarının uygulanması gerektiğini belirten Torbalı Belediye Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda Sosyolog Prof. Dr. Özkan Yıldız, “Türkiye her geçen gün çok daha tehlikeli ve önü görülemeyen belirsiz bir sürece doğru ilerliyor. Bu durumun önüne geçilmediği sürece bir daha toplum halinde yaşama sürecini ciddi tehlikeye sokmuş oluruz” dedi.

EN MUTSUZ ÜLKE ARASINDA İLK 10’DA

Türkiye’nin dünyanın en mutsuz ülkeleri sıralamasında ilk 10’da yer aldığı ve mutsuzluğun toplumdaki gergin ortamın kişileri şiddete yönelttiğini belirten Yıldız, “Bugünün Türkiye’sine baktığımız zaman şiddetin toplumsal bir boyut kazanması ve özellikle bu durumun giderek yaygınlaşıyor olmasının ardında ki faktörler elbette ki sadece toplumsal ve sosyolojik değildir. Dünyada halkı ekonomik yönden felce uğratmış, halkı 10 ayda dünyada en çok fakirleştirilmiş, orta sınıfın yok olduğu, işsizliğin katlanarak arttığı, genç işsizlik oranlarının hızla yükseldiği başka bir toplum yok. Yaşanan ekonomik sıkıntılar toplum üzerinde strese yol açan en önemli faktörlerden. Toplumda şu anda çoğunluk, ekonomik açıdan kaygı içerisinde. Her yeni güne zam haberleriyle uyanıyoruz. Bu kaygı düzeyi arttıkça toplum da şiddete sürükleniyor. Öte yandan, siyasal alan başta olmak üzere hukuk kurumunda, ahlak kurumunda ve din kurumunda ciddi bir kutuplaşma mevcut. Bu kadar aşırı kutuplaşmayı hangi toplum kaldırabilir? Türkiye’nin ilerleyen süreçte daha kaotik bir döneme girmemesi için biran önce bu ayrıştırma anlayışından vazgeçilmesi gerekiyor” diye konuştu.

CAYDIRICI CEZALAR YOK

Bireysel silahlanma ya da silaha kolay erişim olgusunun Türkiye’de yıllar itibariyle arttığını ve cezaların caydırıcı olması noktasında hukuk sisteminde açıklar olduğunu ifade eden Yıldız, “Türkiye’deki cinayetlerin yüzde 80’inde silah kullanılıyor. Türkiye’de bu 10 sene önce yüzde 60’lardaydı. Silahlar artık oldukça yaygın ve ulaşılabilir. İnsanlar silahlanınca ufacık bir tartışmada silahını kullanıyor ve silahla ilgili suçlarda da artış başlıyor. Zorlaştırmadan, acil tedbirler almadan problem çözülemez. Talep var, yasal düzenlemeler var ama caydırıcı değil. Öte yandan, özellikle pandemiyle birlikte başlatılan denetimli serbestlik beraberinde birçok sorunu da getirdi. Düşünce özgürlüğünden içeride olan gazeteciler, bilim insanlarına uygulanmayan aflar adi suçlardan içeride olan, kadın katillerine, şiddet uygulayanlara ve normal bir şeymiş gibi insan öldürenlere uygulandı. Hal böyle olunca devletin şiddet tekeline sahip bir aygıt olması şiddeti de olağan bir hale getiriyor. Ayrıca yaşanan şiddet olaylarının azalması noktasında medyaya da çok büyük bir iş düşüyor. Medya işlenen bir cinayeti ballandıra ballandıra televizyonlarda anlatamaz. Kriminolojik olarak şiddette sosyal öğrenme teorisi vardır. İnsanlar bu teoriye göre özellikle suç ve şiddeti sosyal öğrenme süreçleri içerisinde bir davranış ve tutum değişikliği olarak kazanırlar. Bu da şiddete meyilli bireyleri cesaretlendirir” ifadelerini kullandı.

TÜRK TOPLUMU ARAFTA KALDI

Türkiye’nin yapısal anlamda bir değişim süreci içine girdiğini belirterek bu sürecin artan şiddet olaylarındaki etkilerden birinin de geleneksel kültürden, modern kültüre geçiş sürecinin sancıları olduğunu söyleyen Yıldız, “Türkiye bu süreci çok daha travmatik, kaotik ve anomik olarak geçiriyor. Anomik durum dediğimiz hızlı ve kontrolsüz bir şekilde değişim, dönüşüm geçiren toplumlarda, toplumun genel kültürel kurallarının, değerlerinin, normlarının, örf, adet, gelenek ve göreneklerinde çok çarpıcı bir yırtılma yaşanmasıdır. Türk toplumu geleneksel, feodal ve ata erkil bir toplumdan, modern, kentsel bir topluma değişim ve dönüşüm sürecini farklı farklı alanlarda yaşıyor ve yaşamaya devam ediyor. Avrupa toplumları bu süreci yaklaşık 200 yıl önce yaşadı. Türkiye bu konuda ne yazık ki arafta kaldı. Ne eski gelenek görenek ve kültüründen vazgeçebildi ne de yeni modern kurallara uyum sağlayabildi. Türkiye bunları atlatabilir fakat bu konuda geç kalıyor. Bu kaos sürecini atlatabilmesi için batının hangi politikalarını uygulayarak değişimi sağlıklı bir şekilde yönetip, modernleşme ve çağdaşlaşma sürecini tamamladığına bakmalıdır” şeklinde konuştu.

BİR DAHA TOPLUM HALİNDE YAŞAYAMAYIZ

Sevda Arslan Göreve Başladı Sevda Arslan Göreve Başladı

Ülkede ortaya çıkan şiddet olaylarının sağlıklı bir şekilde araştırılmadığını bu sebeple de anlaşılmadığını ve sürecin doğru yönetilmediğini belirten Yıldız, konuşmasının devamında şu ifadelere yer verdi: “Cezaevi sayısını arttırıyoruz ama cezaevlerinde rehabilitasyonu uygar dünyaya yakışır şekilde bireyleri tekrardan topluma kazandıracak bir eğitim süreci yok. Böyle bir program olmadığı zaman cezaevinden çıkan bireyler kısa bir süre içinde yine aynı suçlardan cezaevlerine dönüyor. O yüzden burada önemli olan devletin sosyal devlet ve sosyal hizmetlerinin özellikle suçlu ve sapma davranışı gösteren çocuklara ve gençlere, rehabilitasyon programlarının ivedilikle hayata geçirilmesi lazım. Hükümet dünyanın parasını götürüp Kanal İstanbul gibi gereksiz projelere yatıracağına toplumların geleceğini, sağlığını organize etmesi gerekiyor. Devletin ve hükümet yetkililerinin her ne kadar aileyi önemseyen muhafazakâr kurumları önceleyen yasal değişiklikler yapsa da ondan önce toplumu toplum halinde tutun bağların yeniden inşa edilmesi için okullardan başlamak suretiyle, toplu merkezler ve tüm kurumların iş birliğiyle bir seferberlik başlatması gerekiyor. Burada yerel ve merkezi otorite ayrımına gitmeden daha kapsayıcı şekilde hareket etmeli. Ayrıca var olan ve çalışmayan projelerden kesinlikle vazgeçilip yeni bir politik düzenlemelere gidilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu durumun önüne geçilmediği sürece bir daha toplum halinde yaşama sürecini ciddi tehlikeye sokmuş oluruz.”

Editör: TE Bilisim