Eğitim Sen Torbalı İlçe Temsilcisi Nuri Önder ulusal anlamda yayın yapan saygın gazetelerden Evrensel Gazetesi’nde bir yazı yayımladı. İşte ‘Bizim Evin Halleri’ isimli yazıda Türkiye’nin acı gerçeklerine değinen Nuri Önder’in çok okunan yazısı:

Biz Torbalı’da yaşayan 4 kişilik çekirdek aileyiz. Ben ve eşim lise öğretmeniyiz. İkizlerimiz de 9. sınıftalar. Evimiz 3 oda 1 salon. Doğalgaz ile ısınıyoruz. Bu bilgiler normal zamanda bir aile hakkındaki elde edilebilecek asgari bilgilerdir. Bu bilgilere sahip olmak -gene normal zamanda eğer özel olarak bu aile ile ilgili bir tasarrufumuz yoksa- çok da gerekli değildir. Ancak eğer pandemi koşullarında uzaktan eğitim sürecinde isek, verilen bilgilerin her biri ayrı bir anlam taşır. Ve mesele artık sadece benim aile bilgilerim olmaktan çıkar benzer durumdaki bütün ailelerin meselesi olarak uzaktan eğitim sürecinde nelerin yaşandığını ve bu süreçten nasıl etkilenildiğini ortaya koymak üzere yürütülecek bir saha çalışmasının temel inceleme konusu olur.

Son bir yılı bu fiziki şartlar açısından kendi ailem üzerinden anlatayım: 2020/2021 öğretim yılına yıllardır işlerimizi gördüğümüz bilgisayarımızın(felaketler hep ardı adına gelirmiş) bozulacağı tutunca acilen bir bilgisayar alarak başladık. Bir süre dönüşümlü idare ettik ama daha sonra eşimle derslerimiz çakıştığı için ikinci bir bilgisayar almak kaçınılmaz oldu. Böylece bilgisayarları çocuklarla dönüşümlü olarak kullandık ancak yeni ders programı ile onlarla da dersler çakışında bir tane de tablet alıverdik. Böylece dönüşüme bir de tablet dahil etmiş olduk.

Her gün evimiz okul gibi. Her oda bir sınıf gibi. Mutfak ise kantinimiz oldu artık. Ders aralarında orada buluşuyoruz. Doğal gaz ile ısınıyor olmak her odanın kullanımını kuşkusuz ki kolaylaştırdı.

"HOCAM BEN FABRİKADA ÇALIŞIYORUM"

Hemen herkese sevimli gelebilecek bu çekirdek aile hikayesi akabinde doğal olarak yine herkesi analojik düşünmeye itecektir. Acaba kaç ailede kaç çocuk okulda, uzaktan eğitim için aynı anda kullanabilecekleri kaç telefon tablet veya bilgisayara sahipler, evlerinin kaç odası var ve ne ile ısınıyorlar? Tüm odaları ısıtabiliyorlar mı? İşte tüm bu bilinmesi gerekenler, eğer bilinmezse uzaktan eğitimin tamamen bir fiyaskoya dönüştürecek fiziki şartlar, son bir yıldır, ücretsiz olarak verilen 8 gb internetin arkasına gizlenmeye çalışıldı. 8 gb ücretsiz internet kimin işine ne kadar yaradı bilmiyoruz ama bazı öğrencilerin interneti tüketmemek için sadece önemli derslere katılmak gibi bir yol bulduğunu biliyorum. Birçoğunun da net bir bağlantı sağlayamaması ve sürekli kopuşlar da herhalde öğrenciden kaynaklı değildir.

Yukarıda sorduğumuz bazı sorulara en olmadık zamanlarda yanıtlar da aldık. İlk kez ismini ekranda gördüğümüz öğrenciye “Çocuğum niye derse girmiyorsun” diye sorduğumuzda sıklıkla duyduğumuz yanıtlardan biri, “hocam ben fabrikada çalışıyorum” oldu.  Bir öğrencimin yanıtı çok daha can yakıcı idi; “hocam birinci dönem hiç derse girmedim. Bir fabrikada işe başladım. Sigorta girişini de yatırdım kendime, asgari ücret aldım. Paramın bir kısmını anneme verdim bir kısmını biriktirip üç dört ay sonra kendime telefon aldım. Ondan sonra derslere girebildim. Derslerde çok geri kaldığım için okulu bırakmayı düşündüm ancak bir arkadaşım bırakma dedi. Ders notlarını filan verdi bana.”

Sürekli derslere giren bir öğrencimin neden artık girmediğini sorduğumda “hocam o fabrikada işe başladı” dediler.

"SORUMSUZLUK SUÇLAMASI YERİNDE DEĞİL"

Son sınıftan bir öğrencimin üniversiteye hazırlanmasına katkı sunmak üzere matematik dersinde yardımcı olması için konuştuğum bir öğretmen arkadaşım seve seve bu teklifimi kabul etti. Sevinçle öğrencime bunu duyurduğumda; “ne üniversitesi hocam, ben tarlada pırasa söküyorum. Ama gene de çok teşekkür ederim düşündüğünüz için” dedi.

Ders saatlerinin akşam 20.20’de bittiği sıralarda gene bir öğrencim aile bireylerinin salonda olmasından kaynaklı (sobalı ev olduğu için tek ısınan yer orası) boş olan odada montunu giyerek ders dinlemeye çalıştığını belirtmişti.

Bu ve benzeri örneklerin toplam öğrenciler içinde yüzde kaça tekabül ettiğine dair “derin hesaplar” da yapılacaktır kuşkusuz, her şey o kadar kötü değil demek/dedirtmek üzere. Birçok öğrencinin de sırf keyfe keder derslere girmediğini de söyleyen olacaktır ki, kesinlikle doğrudur bu. Doğru olmayan şey bunun sorumlusu olarak öğrencinin veya ailenin sorumsuzluğunu göstermek. Öncelikle hemen şunu belirtmek gerek ki, eğer pandemi tehdidi olmamış olsa idi bu öğrencilerin hepsi okullarda olacaktı. Dolayısıyla bu gün, pandemi koşullarında yapılan sorumsuzluk suçlaması yerinde bir suçlama değildir. (Hele ki bakanlıkça yapılan, öğrencilerin derslere katılma zorunluluğun olmadığı ama sınavlarda ders kazanımlarından sorumlu olacaklarını ifade eden açıklamalar sonrasında.) Öte yandan hangi gerekçe ile öğrenci derse girmiyor olursa olsun Büyük Ozan Rıfat Ilgaz’ın dediği gibi “kötü öğretmen, kötü öğrenci ve kötü veli yoktur; kötü eğitim sistemi vardır”. Bu eğitim sistemi bilgiye, bilime ve eğitime öyle itibar kazandırır, gelecek için gençliğe öyle güvenceler verir ki, aile de öğrenci de kendi geleceğinin okuldan geçtiği bilir ve koşa koşa okula gider. Ancak bu coşkuyu hamasi nutuklar değil eğitime ayrılan bütçenin büyülüğü, gençliğe ve onun geleceğine yapılan yatırımlar belirler. Hepimizin bildiği gibi bu coşkuyu hep büyük şirketler ve sermaye grupları, iktidarların yanında yöresinde saf tutmuş bürokratlar ve kurum yöneticileri vs yaşamıştır.

Hiçbir öğretmen, hiçbir yönetici ve hiçbir bakan ve iktidar, online derslere katılımın en yüksek olduğu “nitelikli okullar”da derslere katılım gösteren öğrencileri ölçüt alarak ne uzaktan eğitime katılım başarısını ne de öğrencilerin sorumluluğunu ölçebilir. (ki nitelikli okullarda bile katılım birinci döneme göre düşmüştür.)

"DEVLETE DÜŞEN, SORUNU ÇÖZMEKTİR"

Bugün bütün çıplaklığı ile ortada olan, yüz binlerce öğrenci fiili olarak örgün eğitimin dışına itilmiştir. Okulda olması gereken öğrenciler derse katılmamayı, evin işlerini yapmak üzere çarşıya pazara gitmeyi, fabrikada çalışmayı hatta evlenmeyi bir seçenek olarak görür hale gelmiştir. Bunun, bulunduğumuz koşullardaki nedeni, temel olarak kolektif bir duygu ve karşılıklı duygusal ve fiziksel bir paylaşımla gerçekleşmesi gereken eğitim öğretim ortamının sekteye uğramasıdır.

Tabi ki bunun suçlusu bir iktidar veya yönetim anlayışı değildir. Ancak Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk’un “Öğretmenlerimizin her bir öğrencimizin gözlerine bakarak derse başladığı yüz yüze eğitim esastır, bugün olduğu gibi gelecekte de vazgeçilmezimizdir” derken dile getirdiği temenninin lafta kalıp kalmaması,  iktidarın tercihini gösteren bir ölçüt olacaktır. Her anne baba çocuğuna temizlik-maske-mesafe formülünü her gün yineleyebilir. Ama devlete düşen, öğüt vermek değil sorunu çözecek kararlar almak ve uygulamaktır. Bugün özellikle öne çıkan 28 günlük gelir güvenceli tam kapanma, başta öğretmenler olmak üzere tüm toplumun acilen aşılanması, seyreltilmiş hibrit eğitim için gerekli dersliklerin yapılması, seyreltilmiş eğitimle de açığa çıkan öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere (ki seyreltilmiş eğitim için tarif edilen sınıf öğrenci sayıları aynı zamanda eğitim öğretimdeki ideal sınıf sayısıdır da) kadrolu öğretmen atamasının yapılması, okullarda sağlık personeli görevlendirme, okulların hijyen ortamını sağlamak üzere kadrolu hizmetli personel alımı, yapılacaklar listesinde en başta yer alabilir.